Ruhu Kaş’la Amsterdam arasında mekik dokuyan, çocukluğu Bilecik’e uzanan, mevcudiyetini İstanbul’da devam ettiren ve ara ara canı bol malzemeli lahmacun çeken bir ben miyim acaba?
Aralık ayı ne kadar soğuk olabilirse, belki de en soğuk 15’inde (ben doğduğumda küresel ısınma yoktu tabii) uzayın derinliklerinden kopup gelmiş ve var olacağım lokasyon olarak da hem dünyanın merkezi hem de medeniyetler şehri olan Bilecik’i seçmişim. Bilecik yerine Reykjavik, Machu Picchu ya da Buenos Aires'i seçebilirmişim ama Bilecik varken diğer seçeneklere asla ve asla diye itiraz etmişimdir diye tahmin ediyorum.
Şu anda en çok istediğim, sırt çantamı alıp yollara düşmek ve uzunca bir süre de geri dönmemek. Yol boyunca; Japon turistler kadar çok fotoğraf çekeceğime, bilmediğim şehirlerin sokaklarında yürürken kaybolacağıma, her karnım acıktığında (ki bu durum gün içerisinde çok sık başıma gelir) leziz yemekler tadıp keyifli içecekler tüketeceğime, karmakarışık ötesi spotify listelerimin beni asla yalnız bırakmayacağına emin olabilirsiniz.