Günümüz dünyasında ki eşi benzeri olmadığı ileride dillere destan bir şekilde kaleme alınacak diye tahmin ediyorum; Mart ayının son demlerinde lapa lapa kar yağıyor, pudra şekeri diyet listelerine en sağlıklı besin olarak birinci sıradan giriyor, sokağa çıkma yasağı olan günlerde güneş altın sarısı kıvamda parlayarak her birimize adeta nispet yapıyor. Paralel dünyada ise, sevgili Julia Cameron'ın 'sabah sayfaları' önerisi radarıma giriyor ve tabii ki günün ilk dakikaları olmasına rağmen mezeler, milongalar, matkaplar ve daha niceleri havada uçuşuyor.
01/03/2021 Pazartesi
Gökyüzü, bugün apaydınlık, ruhumu altın sarısına boyar bir güneş var tepede. Gök, keyifli yüzünü bize çevirmiş ve tüm mutsuzluklarını rafa kaldırmış gibi bir hafta başlangıcı. Her başlangıçta insanın ruhu kuş gibi özgürleşivermez mi bir anda? Bahar gelsin, ruhumda çiçekler açsın, her şeye yeniden başlayayım istiyorum bu nedenle. Belki de bundan gün ışıldıyor, sarıyla mavi dans ediyor düşüncesi hücrelerimi teker teker fethediyor. Salonumun en ücra ama en sevdiğim köşesinde, köşe lambası hemen tepemde, kendimin göz hapsinde, kâğıt kaleme sarılmam hep harflere olan bitmek tükenmek bilmeyen sevdamdan. Sevda kelimesini her duyuşumda da Atilla İlhan’ın, beni Mona Lisa gibi duygudan duyguya sürükleyen satırları aklıma düşüverir: “Ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili.” Ayrılık, ayrı yani, yan yana değil artık ama kalbe söz geçirebilmek ne mümkün. Bir kere içine almış, pamuklara sarıp sarmalamış, en değerli bölümünü o kişiye parsellemişse; ayrı düşülse bile o mayhoş iz, o kekremsi tat çoktan sinmiş olmaz mı kalbe giden tüm damarlara? Sabah sabah, buz gibi rakı kadehinin masanın kraliçesi olduğu mezeler diyarını canım çekecek kadar nasıl da hüzünlenmiş olabilirim? Söze nasıl başlamıştık halbuki; gün haftanın, güzelim mart ayının, canımın içi bahar mevsiminin başlangıcı, çalsın sazlar, oynasın kızlar en acilinden! Ve hemen en koyusundan bir kahve bardağı eşlik etsin, sabahın yalnız ama dingin saatlerinde uyanmaya çalışan tüm emekli albay ruhlara.
02/03/2021 Salı
Günaydın yeni gün, bugün nedense parçalı bulutlu ve hafif de aksi bakıyorsun. Yoksa dün, güneşi ve enerjisini fazla kaçırdın da baharın ilk gününden kalma mısın? Her şeyin ilki ruhumuzu ne kadar hafifletiyorsa, ondan sonrakiler nasıl da eski ağırlıklarına dönüveriyor bir anda anlayabilmiş değilim. Şu ahir ömrümde ki kendisi kırka merdiven dayamış olsa da tam anlamıyla çözebildiğim, her detayını anlayabildiğim bir duygu durumu yok sanırım. Hüzün, mutluluk, huzur, keyif, çılgınlık hepsi şahsına münhasır, hepsi yanar dönerli. Ziyadesiyle derin analizler yapmak için var gücümle kalem kağıdıma odaklandığım şu saniyelerde komşudan gelen matkap sesi, anlama ve anlamlandırma çabalarımı baltalıyor ne yazık ki. ‘Matkap’ dendiğinde herkesin kafasında beliriveren o nahoş ses ne kadar da net, peki günlerin sesi olsa nasıl olurdu acaba? Salı günü örneğin, bülbül gibi şakır mıydı, yoksa bir aslan miyavlarken minik fare gibi kükrer miydi? Hiçbir güne dair emin olamayabilirim diye düşünürken cumanın, milonga gecelerine damgasını vuran Arjantinli bir çiftin sahneye adımlarını attığı ilk anda yaşanan coşku selinin melodisi olacağını fark ettim. Notaların resmen en güzel hali, ismin beş halinden en sevdiğim yalın halinden bile güzel olurdu Cuma kesinlikle. İnsan hafızasında, derinlerde bir yerde baş köşeye oturmuş ve okkalı Türk kahvesini höpürdete höpürdete içen her anısının da bir sesi olsa gerek. Okulun ilk günü annemizin elini bırakıp bir bilinmeze doğru yol alırken içimize akan yardım çığlıklarının ıslak sesi, yurt dışına ilk çıkışımızda uçağa adım atarken kara delik sanki bizi yutacakmışçasına hissettiğimiz kalp atışlarımızın gümbür gümbür sesi, aşk denen mucizeyle tanıştığımız o ilk saniyede sanki dünyanın sonu gelmiş ve biz yok olacakmışız gibi terleyen avuç içlerimizin çaresizlik sesi. Tam da bu esnada, az önce demlediğim çayımın fokurdayan su sesi Salı günümün sesi oluvermesin mi?
06/03/2021 Cumartesi
Güne; leziz mi leziz, fındık aromalı, dumanı üzerinde tüten bir filtre kahve bırakmak istiyorum. Kahvenin kokusu ne kadar içtense; cumartesi sabahının ritmi de o kadar naif, o kadar güzel geliyor kulağa. Hem sanki bahar da uzun süredir saklandığı köşesinden bir anda çıkıverdi de yine gönüllerimizde taht kurdu gibi. O taht kurulur kurulmaz da sabahları gözlerimizi açtığımız ilk dakikalarda perdeleri sonuna kadar açıp evin her köşesine baharın sinmesini ister olduk. Çünkü bahar bu, hayatlarımıza dokundu mu bir kere, her birimizi ters yüz etmesi de an meselesi. Biriktirdiğimiz onca yük, altından kalkamaz hale geldiğimiz onca dert, soğuk havayla beraber her anımıza damgasını vuran onca rehavet aynı anda bir gemiye yükleniyor, o gemi de limandan uzak diyarlara yol alıyor ve biz de hepsine el sallıyormuşuz gibi hissediyorum. Fındık aromalı kahve yerine, fındık votkayla güne başlamış olsaydım, bu melankolik satırlar yerine salonda dans ediyor olabilirdim kanımca. ‘Gün keyif günü, dertlenmek günü hiç değil!’ diye hemen altın harflerle yazıyorum kalbimin en nadide köşesine. Aslında neon ışıklı bir tabelada da hiç fena durmayabilirdi bu kelimeler. Neyse konumuza dönelim en iyisi biz ki konumuz bahar, konumuz içimizin öngörülemeyen mutlulukla dolması, konumuz uçsuz bucaksız huzur. Tam da bu esnada bir sene öncesine gidiyor hafızamın dip köşe temizlik yapılamadığı için tozlanmış tavan arası. Koskoca bir senenin kalplerimize sapladığı yalnızlık hançeri de baş köşede duruyor. İnsan yalnız olmaya elbette alışıyor da yalnızlık ona alışıyor ve hatta onun üzerine yakışıyor mu acaba? Ben ki; kendini her fırsatta sokağa atan, bir kere attı mı evinin yolunu unutan, her keşifte en az on yaş zamana meydan okuyan bir yay burcu için sorunun cevabı en büyük harflerle ve tüm dillerde hayır. Yalnızlık hiçbirimizin üzerine yakışmıyor, hatta kesinlikle eğreti duruyor. Neyse ki yeniden bahar geliyor da hayatımızın bir dönemini naftalinleri serpiştirdiğimiz kolilere koyuyoruz ve o örümcek ağlarıyla dolu tavan arasında en üst rafa yolcu ediyoruz. Kolileri sıkı sıkıya bantlarla kapattıktan sonra sıra, kalplerimizin yine özgürce atmaya başlamasına gelir mi dersiniz?
07/03/2021 Pazar
Geçenlerde okuduğum bir kitapta karşıma çıkan ‘Dünyanın en anlaşılamaz yanı anlaşılabilir olmasıdır.’ cümlesi takıldı aklıma bu sabah. Uyanır uyanmaz gökyüzüne bakmak ve gözlerimi kamaştıracak bir güneşle karşılaşmaktı hayalim ama daha ziyade payıma düşen havada bir avuç gri bulut, yerde ise dünden kalan ıslak toprak kokusu oldu. Neyini anlayamıyoruz güzelim hayatlarımızın ya da bazen her şeyi fevkaladenin fevkinde çözdüğümüzü düşünürken nasıl oluyor da bir önceki gece sabırla ve özenle dizdiğimiz domino taşları ertesi sabah yerle bir oluyor? Halbuki düşünüyorum da elimde tuttuğum 0,7 uçlu faber castell kalemimi ilk satın aldığım zamanlar; dünyayı, uzayı, galaksimizi yani özetle bilinmezlerle dolu bir sürü şeyi ne kadar da iyi anladığımı sanırdım. Varsa yoksa benim doğrularımdı, mutlaka ve istisnasız herkesin düşüncesinden önce gelmeli, kabul görmeli ve asla itirazla da karşılaşmamalıydılar. Neden mi? Her şeyin en doğrusunu ben biliyordum da ondan. E tabii bundan ötürüydü annemin beni eleştirmesini kaldıramayışım, başıma buyruk yaşayabileceğim bir hayatın hayaliyle yanıp tutuşmalarım, gözümü kırpmadan maceradan maceraya atılışım. İnsan yaşça ne kadar küçükse, kalbindeki cesaret oranı da o kadar büyük oluyor sanırım. Şimdilerde her şeyden şüphe eder oldum, neredeyse hiçbir şeyden zerre emin değilim. Macera mı dediniz, hele bir de ona hiç tereddüt etmeden atılmak mı? Hiç almayayım ben en iyisi, daha ziyade bol limonlu ıhlamurumdan bir yudum daha alıp en sakin gecelerden birisine daha yelken açayım. Hayat, heyhat sen nasıl oldu da bu kadar anlaşılmaz oldun seneler sonra? Oysaki seninle ne çok eğleniyor, kahkaha atarken gözümüzden yaş geliyor, sonra aniden ağlama krizimiz tutuyor ama yine birbirimize gülümserken buluyorduk kendimizi. Zamanın kristalden yapılma tünelinde, aman kırılırsa şimdi diye endişe etmekten yavaş yavaş yol almak yerine koşar adım ilerlemişiz sanki. Tünelin sonunda ışık var yine, hep oldu da zaten ama nedense 0,7 uçlu kalemimle beliren izleri sildiğim anların ışığı daha parlakça mıydı ne?
***
Milongalarda ıhlamuru sek içtiğimiz, baharın gelişini bol köpüklü hayallerimizle karşıladığımız ve yine yeniden yasak elma kadar cazip güneşli bir pazar sabahına uyandığımız bu muhteşem günde kulaklarımızın pası Razorlight - Golden Touch ile silinsin!
Kağıthane
Emekli albay selamııııı 🙋🏻♀️